Amerika Mon Amor






















Ceyhun A. Kansu, “Radyo” adlı öyküsünde, 1940’lı yıllarda, Anadolu’nun ücra köylerinden birinde görev yapan idealist bir öğretmenin yalnızlığını ve özlemlerini anlatır: “ ... Kitaplar, öğretmenin iç dünyası bakımından bir bilgi verebilirdi, çoğu Türkçe’ye çevrilmiş eserlerdi.

Gorki’den, Zola’dan eserler vardı. Öğretmen okumayı seviyordu. Çehof’un eserleri üst üste duruyordu (...) Kitaplar arasında bir büyük Fransızca lügatı ile Fransızca küçük hikaye kitapları göze çarpıyordu. Bu kitapların her sahifesinde el yazısı ile sahife kıyıcığına yazılmış Fransızca kelimeler vardı ve bu kelimelerin karşısında Türkçe anlamları yazılmıştı. Bir sahifenin kıyıcığında epaule: ‘omuz’ ve manguer: ‘kusur etmek’ kelimeleri okunuyordu. Öğretmen besbelli Fransızca öğreniyordu ve bu dille aşinalığı yeni başlamıştı. Radyo çalışıyordu. Şimdi Tuna türkülerinden çalıyordu. Serhat türkülerinden. Öğretmen bu türküleri çok seviyordu. Bu türkülerde Eğin türkülerindeki kadar derin bir gurbet duygusu vardı. Gurbet duygusu...”

Öyküde anlatılan öğretmenin Fransızca öğrenme çabaları, 1932-1933 yılları arasında Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan, ‘Charles H. Sherrill’ tarafından da, dönemin tüm okumuş yazmış Türkleri namına takdirle ve biraz da kıskançlıkla karşılanacaktır: “ 1932-1933 yılları arasında Türkiye’de Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi olarak bulundum. Ama, hiçbir zaman kendimi bir büyükelçi olarak hissetmedim. Vatanımdaymış gibiydim... Türkiye, kendine özgü özelliği olan bir yerdir ve burada çift dil konuşulmaktadır. Karşılaştığım her memur Fransızca biliyordu. Türkiye’de İngilizce de yavaş yavaş yayılmaktadır. Fakat, eğitim görmüş Türklerin hemen hepsi Fransızca konuşmaktadırlar...”

Tuna – Eğin türküleri; gurbet, yalnızlık, hüzün ve idealizmin harmanladığı erken Cumhuriyet dönemi öğretmeninin, uzak Anadolu bozkırlarında yanından ayırmadığı Fransızca lügat, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yerini yavaş yavaş Amerikan almanaklarına terk edecektir. O hüzünlü gurbet türkülerini çalan lambalı radyoların yerini de, “Colombia” marka plaklar alacaktır. Amerikan kültür endüstrisinin, savaşın hemen ertesinde Avrupa ile eşzamanlı olarak Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye ulaşan ilk ürünleri arasında, “Amerikanın Sesi” radyosunun propaganda alanına dahil olunmak için radyolar, pikaplar ve orta sınıf Amerikalıların ellerinden düşürmediği Amerikan magazin dergileri vardır.

6 Nisan 1946’da İstanbul Limanı’na demirleyen Amerikan savaş gemisi “ Missuri” nin karşılanması ise hayli ‘görkemli’ olur. Devlet töreniyle karşılanan Amerikan askerleri için, Hereke’de özel üretilen büyük bir halı, Tekel’in ürettiği ve üzerinde ‘Missuri’ yazan ve Türk- Amerikan bayraklarıyla süslenmiş sigaralar, PTT’nin ürettiği ‘Missuri’ pulları, Amerikan askerleri için üretilen Türk şekerlemeleri ve sinema- tiyatro salonlarında askerler için ‘özel’ olarak ayrılan ücretsiz koltuklar, ufukta görünen Türk- Amerikan müttefikliğinin ilk işaretleridir. İnönü döneminde hararetli tartışmalara da neden olan dünya edebiyatının klasik eserlerinin çevirisini yayımlayan Milli Eğitim Bakanlığı, Amerikan yardımlarının ve Türk devlet adamlarının “icazetli” Amerika gezilerinden sonra, kendi çevirdiği klasikleri okuyan, bulunduran öğretmenler hakkında kovuşturmalar ve tutuklamalarla, Amerika’da başlayan “Cadı avı” nın bir benzerini yürürlüğe sokar.

II. Paylaşım savaşının ardından şekillenen yeni düzene geçişin sancıları en çok Türk aydınları arasında kendini gösterir. Türkiye’nin, hızla demokrasiye geçme zamanı gelmiştir. Çetin Yetkin, demokrasiye geçilme sürecinin yaşandığı günleri çarpıcı bir dille şöyle anlatır: “ ...Çocukluğumun ilk yılları savaş dönemine denk geldi. Babam subay, annem öğretmendi. Babamın üniforması, rengiyle, biçimiyle hemen hemen Alman subaylarının üniformalarının eşiydi. Savaşın bitiminde bu üniforma İngiliz subaylarınınkine benzedi; daha sonra da Amerikalılarınkine... Babam önceleri ‘çizme’ giyiyordu., sonra adına ‘Çörçil’ denen postal, daha sonra bu ‘Çörçil’ler, ‘Ruzvelt’ oldu. Böylece çok partili düzene geçmiş oluyorduk. Günlerden bir gün, Amerikalıların ‘Missuri’ savaş gemisi geldi İstanbul Limanına. (...) Türkiye bayram yerine dönmüştü. Türk ulusu kıvanç içindeydi... Demokratikleşme sürecimiz iyice hızlanmıştı...” 1

27 Aralık 1949’da imzalanan “Türkiye Ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Antlaşma” ile Türkiye’de yeni bir döneme kapı aralanıyordu. “ Antlaşmanın 1. maddesine göre; Türkiye’de bir “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” kuruluyordu. Komisyonun giderleri Türkiye’nin ABD’ye olan borcundan karşılanacaktı. Komisyonun amacı, “eğitim programının idaresini kolaylaştırmak” olacaktı. ABD vatandaşlarınca yapılacak eğitim ve araştırma giderlerini de biz ödeyecektik. Aynı durum, Amerika’da eğitim görecek Türk öğrenciler için de – yol giderlerini de kapsamak üzere- söz konusuydu.
Öteki maddelere göre bu Komisyon; 4’ü Türk, 4’ü Amerikalı 8 üyeden oluşacaktı, başkanı ise ABD Büyükelçisiydi. Oyların eşitliği durumunda Büyükelçinin oyu ile karar alınacaktı. Amerikalı üyeleri, ABD Dışişleri Bakanı atayacaktı. Komisyon doğrudan doğruya ABD Dışişleri Bakanına bağlıydı ve onun denetiminde olacaktı (...) Bu antlaşmanın TBMM’nce bir yasa ile onanması gerektiğinden, bu yasanın gerekçesinde açıkça şöyle denilecekti: ‘ Amerika Hükümeti, harbden sonra ordusu elinde kalan malzemenin satışı için müteaddit (bir çok- fazla) devletlerle anlaşmalar yapmış ve gerek bu devletleri mezkur satışların hasılatını dolar olarak ödemek külfetinden kurtarmak, gerekse bu vesile ile Amerikan kültürünü yaymak gayesiyle, anlaşmalarla tahassül eden alacakların bu memleketlerde kültürel gayelerle sarfını temin edecek kültür anlaşmalarını imzalamıştır.” 2

Meclisin onayı ile kurulan bu komisyonun, Türkiye’de Amerikan kültürü ve eğitiminin yaygınlaşmasına verdiği destek bir yana, ABD Dışişleri ve Büyükelçilik aracılığı ile siyasi yol haritasının da belirlenmesinde oynadığı rol de ileriki yıllarda çokça tartışılacaktır. Eğitimde etkisini hissettiren Amerikan rüzgarı, dönemin devrimci öğretmenleri arasında bile kafa karışıklığına yol açacaktır. 1961 Anayasasının sendikal örgütlenme yolunda getirdiği özgürlük ortamı, en fazla eğitim dünyasında karşılık bulur. 1965’te kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası, (TÖS) ülkedeki eğitim problemlerini ve çözüm yollarını araştırıp tüzük çalışmalarına başladığında, Amerika ile yapılan eğitim anlaşmasının acı sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalırken, sendika başkanına tıpkı Amerikan sendika başkanlarında olduğu gibi son model bir otomobil alınarak yurt gezilerine bu otomobille çıkılması gerektiği çokça tartışılır. Ne de olsa, Amerikan sendikalarının başkanlarının çoğunun özel uçağı bile vardır.

Fakir Baykurt, TÖS’ün nasıl bir yol izleyeceğinin tartışıldığı toplantıda, bu konudaki kaygılarını dile getirir: “ ... Mesleğimiz yıpranmış, eğitimin değeri düşmüş, ulusallık niteliğini yitirmiş. Okullara bir sürü ABD çıkışlı proje girmiş. Bu konuda büyük demagoji yapılıyor. Adımız komüniste çıkmış ya; ‘Amerika çekilsin Rusya mı gelsin?’ Diyorlar. Bizim düşüncemiz açık: Ne o, Ne o! Türkiye’yi de, ulusal eğitimi de ille de bir yabancıya yamamak zorunda değiliz (...) Okullardaki ABD çıkışlı projelerin kaldırılması. Örneğin bir Beslenme Eğitimi var; bu eğitim ABD’nin üretim artığı süt tozu, yağı, peyniri ile yapılıyor. Bunun için dersler bölünüyor. Kazanda ısıttıkları suya süt tozu salınıyor, istesin istemesin, çocuklara içiriliyor. Bakanlık uygun görüyor diye öğretmenler sessiz. Okul uygun görüyor diye ana babalar sessiz.” 3

1950’lerin ortalarına gelindiğinde, Amerika ile Türkiye arasındaki eğitim anlaşmasında da açıkça belirtildiği gibi, Amerikan hükümeti, savaş artığı olarak elinde bulunan hurda teknolojisini anlaşma yapılan ilgili ülkelere satacak ve bedelini eğitim, kültür gibi daha nitelikli görünen ve gelebilecek eleştirileri, Amerikan karşıtlığını en aza indirecek bir kamufle yöntemiyle tahsil edecekti. Bu anlaşma çerçevesinde ilk büyük tartışma, bir atom reaktörü karşılığında kurulması planlanan Amerikan Yüksek Okulu önerisiyle başlar. Ve bu tartışma aydınları ikiye böler: “ABD, Türkiye'ye bir atom reaktörü vermeyi öneriyordu ve karşılığında Robert Kolej'in üniversiteye dönüştürülmesini istiyordu. Demokrat Parti de buna sıcak bakıyordu. 28 Ağustos 1957 günlü Bakanlar Kurulu kararı ve 19 Aralık 1957 günü Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile Robert Kolej bünyesinde bir yüksekokul kuruluyordu. (...) Robert Kolej Yüksekokulu, AID'nin, Rockefeller ve Ford vakıflarının mali desteğiyle kurulmuştu...” 4

Atom reaktörü karşılığında kurulması önerilen Amerikan üniversitesi, ilerleyen yıllarda ‘Boğaziçi Üniversitesi’ adını alacak ve özellikle kürek takımıyla ‘Oxford’ düşleri kuran Türk gençlerine ‘amorti’ dağıtacaktır. 28 Ağustos 1957’de Bakanlar Kurulu Kararı ve Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile Robert Kolej Yüksekokulunun kurulmasını izleyen günlerde, Türkiye Amerikalı bir konuğu ağırlamaktadır. Dünya coğrafyasını Amerikanlaştırma işlevini, bir misyoner disipliniyle yerine getiren “National Geographic Magazine” dergisi muhabiri Franc Shor, Bakanlar kurulunun kararından hemen sonra, kadrajını İstanbul’a ve Robert Kolej’e çevirir. Siyasi çevrelerin ve hukukçuların uzun tartışmalarından sonra kurulan Amerikan Yüksekokulu, National Geographic dergisinin, Eylül 1957 tarihli sayısına haber olarak kapaktan girer. Franc Shor, boğaz manzaraları eşliğinde altın boynuzla taçlanmış bu büyülü kentin, Ortadoğu ile batıyı buluşturan bir kültür mozaiği olduğunu, modern Türk kızları ve erkeklerinin “Amerikanvari” pozları eşliğinde dergisinin sayfalarına aktarır. Asya’nın esmerliğinden mahçup kızlarını, sarı saçlı konuklarına folklorik giysiler içinde kahve sunarken görüntülemek, aslında Amerikan anlayışının görmek istediği yeri işaret eder.

Elli yıldır kullanılan dilin satır aralarında hep görmeye alıştığımız Doğu – Batı kompleksinin, merkezi, bölgesel güç olma histerisinin; bıktırırcasına yeniden tezahürünü; bir yanı Amerikan rüyası, bir yanı Paris- Dubai arasına sıkışmış bir iktidarın ruh tutulmasını, bir “dejavu” gibi yeniden yaşıyoruz.

1. Çetin Yetkin: “Karşı Devrim 1945-1950”- Otopsi yayınevi
2. Çetin Yetkin: age
3. Fakir Baykurt: “Bir TÖS Vardı” Parirüs Yayınları
4. Zafer Toprak: “Toplumsal Tarih Dergisi” Sayı: 120
Fotoğraflar: National Geographic Magazine Eylül 1957- Konuyla ilgili dosyadan. Yusuf Yavuz arşivi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar