Medyanın bulanık suyunda hayat avlamak
Gazeteci yazar Faruk Eskioğlu, “yazmaya kalkan sürülür, süründürülür” kuralının geçerli kılınmaya çalışıldığı medyanın bulanık suyundan insani bir hayat devşirmeyi mahirce başarmasının yanında “Aşk olsun! Adı Aşk Olsun” ilk romanıyla alışılmışın dışında bir edebi kurguya da imza atıyor.
28 Şubat sürecinde atv haber ekibinde Ali Kırca’yla birlikte çalışan gazeteci Ayşenur Arslan, yanılmıyorsam iki yıl önce Zaman Gazetesi’nden Nuriye Akman’a verdiği bir mülakatta
“ medya pavyonunun günahsız bakiresiyim ” türünden izahat kokan cümleler sarf etmişti. Medyanın ‘içerden’ birileri tarafından pavyona benzetilmesi bir çeşit günah çıkarma olarak da algılanabilir. Bu türden günah çıkarmaları Bab-ı Ali’den İkitelli’ye uzanan süreçte çokça dinledik, tanık olduk. Milyon dolarlık transfer ücretlerini, kılıçla gelip kılıçla gitmeleri ve her iktidar döneminin bulanık sularında avlanan medya patronlarının trajik gelgitlerini izlemekten yorulduk. Gelinen noktada medya, güvenilirliğini en hızlı tüketen kurumlardan biri, belki de en hızlısı oldu. Medyanın son yirmi yıllık med-cezir’inden geriye bir avuç onurlu gazeteci kaldı. Verili medya ortamının şu ya da bu köşesinde onuruyla ayakta durma, kimliğini yitirmeme çabası veren birkaç Don Kişot!
Gazeteci Faruk Eskioğlu’nun “Aşk olsun! Adı Aşk Olsun” adıyla ‘Yirmi Dört Yayınları’ndan çıkan romanını okurken, Türkiye’nin ve medyanın yakın tarihiyle yüzleşiyor insan. Romanın ana karakteri Edip Yazgan, aslında ülke tarihinin son çeyrek yüzyılının belleği de sayılabilecek binlerce “iyi yetişmiş” insanın ülkeden çok uzaklara düşen gölgesinin izdüşümü. Edip Yazgan, 12 Eylül’ün hem tanığı hem de kurbanı olanlardan. Ancak Faruk Eskioğlu’nun çizdiği Edip portresi, iki biçimde, yaratılan tipik 12 Eylül travmasından sıyrılıyor. Edip karakterini alışılmış 12 Eylül bunalımından çıkaran en önemli neden iyi işlenmiş, belirgin kimliği ve okuru yakalayan gerçeklikte dünyayı değiştirme arzusu olması. Bu, romanın her satırında kendini hissettiren bir duygu. Yok olmasıyla bile insanda varolma çabası uyandıran bir kimliğin gölgesi düşüyor satır aralarına.
Romanın örgüsü, Londra metrosunda koltuğa bırakılan günü geçmiş bir gazetenin sayfaları arasında göze çarpan “aranıyor” ilanıyla başlıyor. İlan, tahmin edildiği gibi Edip Yazgan’ın “kaybolmasıyla” ilgili. Faruk Eskioğlu, romanının satır aralarına üzerinde çokça “düşünülmüş” sorular yerleştirmiş. Anlatıcı, aslında hepimizin yerine “ ben bendim, bir vakte kadar.. Ben benlikten nasıl vazgeçtim?” sorusunu yöneltiyor okura. Doksanlı yılların moda kavramı haline gelen ve hatta bir yayınevinin adına dizi dizi kitaplar bastığı “ötekini anlamak” kavramı belki de romanda karşılığını bulduğu ender alanlardan biri olarak sarmalıyor sizi. Anlatıcıyla birlikte siz de Edip Yazgan’ın kayboluşuyla başlayan ve artık küresel bir köye dönüşen dünyayı; mazlumları ve yaşadığı hayatı değiştirme derdi olanlarla arşınlıyorsunuz.
Aşk olsun! Adı aşk olsun, bir küresel bellek romanı. İçinden sıklıkla haber geçen, yazarının da haberle yoğrulmuş yaşamından izler taşıyan ve gerçekle kurgunun iç içe geçtiği romanın, dünyanın toplumsal hafızasına kaydetmesi gereken bir insanlık çığlığını yeniden anımsatması Bazen Nijerya’da Emine Laval’ın şeriat mahkemesi tarafından “recm” cezasına çarptırılmasına, bazen de İsrailli anti-nükleerci aktivist Mordachai Vanunu’nun Tel Aviv Adliyesi’ndeki davasına gidip geliyorsunuz.
İslamcı entelektüellerin önemli isimlerinden biri olan Mustafa Kara’nın, İslami çevrelerdeki 28 Şubat’ı dramatize ederek buna sığınmanın yarattığı geri çekilmeye karşı itirazları ve bu tutumu solun bir dönemler 12 Eylül’ü aynı biçimde algılayarak savrulmasına benzetmesi ve buna yönelik eleştirileri, ilginin yanında hatırı sayılır tepki de çekmişti. Gazeteci Edip’in sol geleneğin romantizminin yanında –kimilerine göre savrulma gibi algılansa da- Mc Donald’s’tan, Nestle’ye kadar bir çok küresel şirkete karşı, üstelik dünyanın finans merkezlerinden biri kabul edilen Londra’dan eleştirel bakışını sürdürmesi, bir savrulmadan çok her şeye karşın inançlarıyla ayakta durmanın erdemini yansıtıyor.
Medyanın karanlık yüzü...
Romanın metaforu andıran kurgusu bir yana, gerçek bir gazetecinin, ‘edepli ve üretken’ bir aydının yaşamından izleri de çarpıcı bir edebi örgüyle okuyorsunuz:
“...Edip’e neler anlatmadım ki... Beykoz’da İstanbul’un akciğeri sayılan ormanları villalaştırıp, gazete ile 20 milyon dolarlık reklam ve satış anlaşması yapan çapkın oğullarıyla ünlü işadamını... Eskimeyen bir politikacı “yiyeni” nin, bankasının içini boşaltırken “sus payı” diye medyaya verdiği ( topladığı 150 milyon Dolar mevduatın yüzde 13.3’ü sayılan) reklam rüşvetini... Bir banka genel müdürünün “haber çıkmadı!” diye haber müdürünü paylamasını... Turizmde bir dernek başkanının benim yerime güdülü haber yaptıracağı bir başka gazeteciyi göndermesini... Antalya’da orman yakıp otel yapan işadamı haberine konan sansürü... “Zamanında çok vergi kaçırdık! Şimdi hayır yapma zamanı” demekten korkmayan Karadenizli “Transportçu Hacıağa” nın demecini yayımlama inceliklerini... (...) Yeni yılda gazetecilerin evlerine gönderilen hediyeleri... Afrika’da safari, Amerika’da kumar sefası iş gezilerini... Tetikçi köşe yazarlarını... Kuvva-i Milliyeci köşe yazarının bile genel yayın yönetmeninin yazılarını makaslamasına ses çıkarmamasını...
Üstelik bütün bunlar, benim çıplak gözle görebildiğim buzdağının üstündekilerdi. Ya suların altındaki karanlık?” *
Faruk Eskioğlu, bir gazeteci sorumluluğuyla izlediği dünyayı gezdiriyor okura. Belleksizliğe, toplumsal körleşmeye ve küresel tekellerin yarattığı aynılaşmaya karşı işaret ettiği yaşamı “küreselleşme canavarının renkleri soldurmasına karşı çıkmak” olarak adlandırmıştı yaptığımız bir mülakatta. Romanı okurken hayat verdiği kahramanların güncelerinde de hep bu kavramın yansımaları vardı.
Aşk olsun! Adı aşk olsun, daha yaşanılabilir bir dünya yaratma sorumluluğunu bir kambur gibi sırtında taşıyan, aşkını ifade ederken bunu “ temel hak ve özgürlüklerin bir parçası ” olarak yansıtan ve insanlığın en temel duygularından biri olan hüznü, yumuşak bir harmani gibi üzerinde kuşananların romanı. Edip, Dudu, Süleyman ve Nisan... Öyle tanıdıklar ki. Hepsiyle de hayattan akrabayız.
* Aşk olsun! Adı Aşk Olsun- Yirmi Dört Yayınevi, 1 Basım- Mart 2007
Yorumlar