Antalya'nın ayağını kırmak: Hıncal Uluç'a yanıt!



Sabah yazarı Hıncal Uluç, geçtiğimiz hafta arka arkaya turizmle ilgili turizmcileri ‘gaza getiren’ yazılar yazdı. “Antalya’yı ayağa kaldırmak” başlıklı yazılarda genel olarak bir çoğumuzun altına imza atabileceği ve Türkiye’de turizm denilince hemen herkesin yıllardır yaptığı tespitleri tekrarlamış. Turizm denilince genel tespit şudur: “ Hocam buraları Yunan’ın eline vereceksin, bak altı ayda...”

Hıncal Uluç da kelimesi kelimesine yinelemiş genel tespiti. Aynen şöyle diyor: “Mozayikleri, St. Paul Kilisesi ile Antakya mesela Yunan'ın elinde olsaydı?..”

Hıncal Uluç’un Antalya’yı ayağa kaldırmak üzerine başladığı ve hızını alamayıp ülke geneline yaydığı turizm yazılarına bazı temel itirazlarımız var. İtirazlarımıza geçmeden önce bir hatırlatma yapmakta yarar var. Turizm denilince insanların yılda bir ay tatil yaptığı sahil beldelerindeki izlenim ve beklentilerinden oluşan bir algı çıkıyor ortaya. Hıncal Uluç’un da aynen tekrarladığı gibi. Geçtiğimiz ay büyük üniversitelerimizden birinden turizmle ilgili alan araştırması yapmak için gelen sosyolog dostumuzun turizmin yarattığı sosyal sonuç karşısında yaşadığı şaşkınlık da aynı algının sonucuydu. “Buraları Yunan’a vereceksin” türünden geyiklere gelince, acaba Yunan kültürünün Batı medeniyetine kaynaklık ettiği varsayımından hareketle Batı’nın şımarık çocuğu ilan edilen Yunanistan’ın ABD ve AB’den gördüğü “özel ve önyargılı ilgi” olmasa kuş uçmaz kervan geçmez Ege adalarının onca eksikliğine rağmen para makinesine dönüşmesi mümkün olabilir miydi?

Gelelim Hıncal Uluç’un Antalyayı ve genel olarak Türk turizmini ayağa kaldıracak öneri ve tespitlerine. Hıncal Uluç diyor ki: “Binlerce yıllık kalıntılara sahiptik.. Dünyanın en eski kiliseleri bizdeydi. Meryem Ananınki dahil.. Noel Baba Türkiye'de yaşamıştı. Demre'deydi kilisesi.. Ama safasını, bir İtalyan korsan sayesinde kemikleri çalıp Bari'ye götüren ve orada onun adına bir kilise inşa eden İtalyanlarla, Kuzey Kutbuna yakın bir yerde ahşaptan bir Noel Baba evi yapıp, burayı bir turizm merkezine dönüştüren Finlandiyalılar sürüyordu. Biz Hıristiyanlığı reddetme çabalarımız içinde tüm Anadolu kiliselerini, saklama, yok sayma, yok etme politikaları güderken.”

İnanç turizmi 1990’lı yılların modasıydı. Papa II. Jean Paul, Sovyetlerin dağılması misyonunu yerine getirdikten sonra inanç turizmi kılıfıyla ve yoluyla başta Ortadoğu olmak üzere, Anadolu ve eski Doğu Bloğu ülkelerine Yeni Dünya Düzeninin bir ayağı olan inanç turizmini taşıma misyonunu da üslenmişti. Örneğin doksanların başında Anadolu kasabalarında eski kilise kalıntısı ya da “Asar” denilen arkeolojik kalıntı, höyük; artık nasıl bir mirasa sahiplerse bu “gavur kalıntısı” nedeniyle Papa’nın kasabaya geleceği söylentisi moda olmuştu. Kilisesi olan her kasaba Papa’nın yolunu gözlüyordu. Öyle ki, bakımsızlıktan dökülen, mutlaka içinde hazine aranmış olan ve duvarlarına ideolojik saplantılarla cinsel organ figürleri çizilen kiliseler, inanç turizminden pay kapmak için alelacele onarılmış, gelen giden olmayınca da tekrar eski haline dönmüştü. İnanç turizmi uğruna geleceğini ipotek altına beldelerin bir çoğu şimdi dizi setlerinden medet umuyor. Hıncal Uluç’un andığı Demre’de bu kasabalardan biriydi. Evet, Noel Baba’nın kilisesi Demre’de hala. Ve Demre’ye günde ortalama 100-150 otobüs dolusu turist geliyor. Yaklaşık 5 bin kişi eder. Yani turistin gelmesinde bir problem yok. İstemediğin kadar turist geliyor. Sorun ne peki? İki hafta önce Demreli taksicilerle konuşuyoruz. Anlatıyorlar: “ her gün yüzlerce otobüs gelir. Turistler otobüsten iner, Noel Baba Kilisesini, Myra antik kentini gezer, asker taburları gibi anlaşmalı lokantada 3 YTL karşılığı beş kap yemek yer, şehre uğramadan otobüse biner gider...”

Hemen ekleyelim, Demreli’ler turistin 3 YTL fiyatla yediği beş kap yemeğin ancak çorbasını içebiliyorlar. Aynı yemek Demreli’ye 15 YTL!

Devam ediyor Hıncal Uluç, bu kez de Disneyland’a takmış kafayı:
“Temalı Parklar.. Yani Disneyland.. Sea World, Universal Studios benzerleri.. Amerika'da Disney Magic Kingdom'u 17 milyon kişi gezdi, geçen yıl. Nerde kaldılar, nerde yiyip içtiler,eğlendiler peki o günlerde?. Tokyo Disneyland 13 milyon turist çekti.. Paris Disneyland'ı 11 milyon.. Japonyadaki Universal Stüdyoları 9 milyon kişi gezdi.. İngiltere'de Blackpool Zevk Plajı 6 milyon.. Florida da Sea Worl 6 milyon.. Güney Kore Disneyland'i Lotte World 6 milyon.. Biz Lara Temalı Parkı'nı doğru dürüst ihaleye çıkaramadık. Çıkanı da mahkeme durdurdu. Lara'da bir turizm cazibe merkezi yerine, şimdi çöplük var. Bakanlık da, Antalyalılar da iftihar etsin. Golf Turizmi, zengin turist için cazibe merkezi.. Nihayet başlayabildik, ama nasıl bir savaş içinde golfçüler, sözüm ona çevreci yerel taş kafalarla.. Ve de onlara bilmeden destek olan medyayla...”

Biz de devam edelim, Lara’ya Disneyland yapmaya kalktılar. Metrekaresi 3 YTL’den ihaleye çıkarıldı. Antalya’nın akciğeri burası. 3 bin 500 metrekare yeşil alan. Denize sıfır. Gerçek değeri en az on katı bu fiyatın. Dava açmayıp da “buyur afiyetle ye” mi desinler? Fransa’daki Disneyland’ı kuranlar böyle mi almışlar ihaleyi? Golf turizmine gelince... Belek’te insan eliyle oluşturulan Antalya’nın en değerli ormanlarını talan edenlere “tabii efendim, siz bilirsiniz” mi diyecek hukuk. 500 bin ağacın katillerine, Kaya Çilingiroğlu adına golf turnuvası yapılacak diye madalya mı takacağız? Belek’te ve Antalya ormanlarında golfçüler ve madencilerle iki yıldır benzeri görülmemiş bir yurtseverlik mücadelesi veren çevreci ve diğer sivil toplum örgütlerinden “Taş kafalar” diye söz eden Hıcal Uluç derhal özür dilemeli. Cumhuriyet tarihinin en büyük tahsislerinin yapıldığı, inanılmaz siyasi pazarlıkların döndüğü, Antalya doğasının Romalılardan bu yana gördüğü en büyük yağma ve talan karşısında hukukun bile isyan ettiği bir dönemde Hıncal Uluç Hillside Su Otel’in turuncu odalarında keyif sürsün diye kimse geri adım atacak değil.

Hıncal Uluç’un temelde söylemek istediği şu aslında. Kumarhane turizmi geri gelsin. Her yer Las Vegas olsun. Bu da bir çeşitliliktir tabii. Ancak temel bir yanlışın üstüne basa basa tekrarlanmasının yarattığı hezeyan kolay kabul edilebilir değil. Diyor ki; “Türkiye'yi ayağa kaldıracak bir turizm potansiyeli hazır bekliyor.. Turgut Özal dışında, turizmin farkında olan tek lider gelmedi Türkiye'ye..”

Turgut Özal’ın turizmi farkındalığıyla başlayan süreçte, Belek, Kemer, Alanya, Serik, Manavgat ve daha bir çok belde ve köyde yapılan teşvikli ve kredili yatırımlarla bu gün 250’nin üstünde beş yıldızlı tesis yapıldı. Eşi benzeri görülmemiş tahsisler, otel lobilerinde süren siyasi pazarlıklar ve yağma. Anadolu coğrafyasının Moğollardan bu yana gördüğü en büyük yağmayı Antalya bölgesi yaşadı. Büyük ölçüde Turgut Özal’ın keşfiyle başlayan bir yağmaydı bu. Hemen bir örnek aktaralım. Özal’ın teşvikiyle Kemer bölgesinde turizm yatırımı yapan çoğu inşaatçı, müteahhit ve türedi zengin işadamları; otel inşaatlarında çalıştırdıkları inşaat işçilerini, inşaat bitince otellerine şef garson, resepsiyonist ve bahçıvan yaptılar. Turizm benzeri görülmemiş bir aşiret saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Beş yıldızlı otellerin lobilerinde, mutfaklarında belinde silahla dolaşan maganda otel sahipleriyle tanıştı Türkiye! Bu mudur farkındalık?

Geçelim. Turizm, dünyanın hiçbir kentinde tek başına bir ekonomik kurtarıcı değildir. Bir ayağıdır ama asla tek başına bir dayanak olamaz. Böyle bir örnek yok. Antalya örneğinden yola çıkarsak, kentin Valisini bile çileden çıkartan nüfus patlaması, plansız yapılaşma, yağma ve kimliksizlik; Özallı yılların “farkındalığı” nın yarattığı bir sonuçtur. Antalya’nın bütün değerleri turizmin belirleyiciliğine kurban edilmiştir.

Hıncal Uluç’un Antalya’yı ayağa kaldırma önerisi, Antalya’nın ayağını kıracak detaylarla doludur. Antalya’nın üç ayağı vardır. Doğa, tarih ve güneş… Turizm bu üç ayaktan birini, yani doğayı felç etti, kırdı. Hıncal Uluç’un meyhane geyiklerini aratmayan önerileri diğer iki ayağa kurşun sıkmak anlamına geliyor. Tek teselimiz, bu önerileri kimsenin ciddiye almamış olmasıdır ki bu durum Hıncal Uluç’u çok kızdırmış. Önerileri karşısında mail yağmuruna tutulmayı bekliyormuş ama karşılık bulamamış fikirlerine.

Biz de bir karşılık arıyoruz fikirlerimize. Sahi otuz yıldır Antalya’nın mor üzümüne, harnupuna, hayıtına, pamuğuna; taşına toprağına neden tek bir türkü bile yakılmadı?

Yorumlar

Popüler Yayınlar