Masallar, Ejderhaların öldürülebileceğini öğretir


Üner Beköz, sıra dışı bir eğitim yöntembilimcisi ve sistem uzmanı. Yurt içi ve yurt dışında onlarca üniversite ve özel kuruluşlarda genel olarak sistem yöntemleri üzerine eğitim çalışmaları yapıyor. Eğitim yöntemi başta olmak üzere, deniz biyolojisi ve çevre gibi konularda kitapları bulunan Beköz, Apostaz adını verdiği kitabında çevre insan ilişkisini çarpıcı biçimde sorguluyor. Antalya’da yaşayan ve çalışmalarını Deniz Araştırmaları Merkezi’nde sürdüren Üner Beköz’le, sistem kavramından yola çıkarak siyasi gündemi Türkiye’nin sistemini konuştuk. Beköz’e göre bir sistem varsa mutlaka parazit de vardır ve sistemin enerjisini kendi isteği doğrultusunda soğuran parazitten kurtulmanın tek yolu sistemi kapatmaktır. Yani onun deyimiyle “ devrim yapmak…”

Kemalizm’in ilkelerinden olan ve herkese ezberletilen Devrimciliğin hatalı öğretildiğini ve anlaşıldığını iddia eden Üner Beköz, “Hatalı anladığımız şey, devrimle, eskisini kaldırıp, bambaşka bir sistem kuracağımızdır. Öyle değildir. Devrimcilik ilkesi, kendisini kapatıp, açmayı öğretir. Parazitten kurtulmanın yolu, sistemi kapatmaksa, ilkeye göre bu yapılır ve temizlikten sonra tekrar açılır. Kemalist düşünce, kendisini yenilemeyi, temizlemeyi ve dik tutmayı, bu ilkesiyle öğretir” diyor ve ekliyor: “Devrim artık şart olmuştur…”

-Sistem yöntemi açısından Türkiye’nin geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz. Gündemin en önemli tartışmaları olan türban, anayasal düzenlemeler, PKK terör örgütüne yönelik sınır ötesi operasyonlar ve siyasi tartışmaların ibresinin rejim tartışmalarına doğru yöneldiği bir dönemden geçiliyor. Cumhuriyet, bir sistem olarak köklü bir dönüşüm mü geçiriyor?
-“Masallar” demiş bir düşünür zamanında, “çocuklara ejderhaların var olduğunu öğretmez. Çocuklar ejderhaların var olduğunu zaten bilir. Masallar çocuklara, ejderhaların öldürülebileceğini öğretir.” Bizler yazılarımızla hâlâ ejderhaların varlığını anlatmaya uğraşıyoruz. Her anlattığımız ejderha veya ejderhanın her marifeti, okurlarımızı korkutuyor. Öyleyse, artık ejderhaları nasıl öldüreceğimizi anlatmanın zamanıdır. Bizler, yazdıklarımızla, ejderhayı artık iyice tanıdığımızı gösterdik. Onu en iyi biz tanıyorsak, nasıl öldürüleceğini de biz biliriz. Şimdi bunun zamanıdır. Şimdi devrim zamanıdır.

-Çok epik bir yanıt verdiniz ancak toplumun büyük çoğunluğuna karamsarlık ve vurdumduymazlık hakim. Buna ne diyeceksiniz?
-İnsanlar yanılıyor dostum Yusuf. Sanıyorlar ki, her saat başı bir doktrin, bir fikir çıkar gelir. Olur mu hiç öyle? 25 yılda bir tane gelirse şaşırıp kalmak lazımdır. Elbette, düşüncenin ürettiklerini baş tacı etmeli ve izlemeliyiz. Diğer yandan doktrin ve fikir, kitleleri sadece hareket ettiren değil, aynı zamanda bir sistem üstünde bağlayarak, o kitlenin nasıl yaşayacağına karar veren ve bilhassa güçle, cebren yerini almış tastamam sistemlerdir. Sistem haline varıp, toplum hareketini düzenleyen bütün doktrinler, temel ilkelerle ifade olur ve sonsuzluğu hedefler. Bir doktrin, dayandığı ilkeleri koruması için gerekli önlemleri alır ve bunları değişmez olarak dikte eder. Kitlelerin yaşantısının ne olacağına karar veren doktrinler, kendilerinden öncekilerin yerine gelirken bunu illa ki bir devrimle yapar ve işte bu devrim cebridir. Şimdi bakın, Kemalist doktrin de aynen böyle gelmiştir ve pek hayırlıdır. Saltanatı ilga ederken, Mustafa Kemal’in sözleri, hem ünlü hem de çok açıktır. O sözleri biraz sonra hatırlatırım.

-Sizin sistemler üzerine yaptığınız çalışmalarda sıklıkla adını andığınız parazit konusu var bir de. Bunu biraz konuşabilir miyiz?
-Arayan soran; nedir bu adamın şu parazitlerle derdi kardeşim, her sözünde, yazısında bir parazittir gidiyor. Sonra da altına ‘devrim şarttır’ biçiminde imza atıyor, diye dertleniyor.

-Gerçekten nedir bu parazit meselesi?
-Kemalist ideolojide kaç ilke var?

-Altı.
-Nedir?

-İlkokuldan beri ezbere bildiğimiz ilkeler... Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık, Laiklik, Devrimcilik…
-Bunlar az önce söylediğim ve cebren, devrim ile oturmuş bir rejimin, doktrininin ifadeleridir. Doğru mu?

-Evet öyledir…
-Bize hep, Devrim Tarihi derslerinde bunları ezberlettiler mi?

-Tabii. Siz de ezberlediniz mi?
-Evet. Ben de ezberledim, ama sonra sistemlerle, sonsuzu hedefleyen ( ki nitekim bu sonsuzluk hedefi bilhassa ifade edilmektedir) sabit döngülerle uğraşmaya başlayınca, Kemalizmi ifade eden bu ilkelerde bir boşluk ya da ezber hatası diyelim, onu keşfettim.

-Neymiş ezber hatası ya da boşluk?

-Şimdi sen olsan, devrimin ne olduğunu, nasıl yapıldığını bilsen ve o olağanüstü günler içinde neredeyse 11 ayda bir devrim yapıp, tüm sistemi kaldırarak yeni bir sistem kursan, bu sistemi korumak için ilkeler belirlesen, ilkelerin içine devrimci olmayı koyar mısın? Yani senin sonsuzluk beklentine yıkıcı bir davranış ekler misin? Soruyorum, çünkü devrimler, hiç şüphe yok ki sistemleri yıkmak amaçlıdır. Sistem olmayan fragmanlara karşı devrim olmaz. Sen yanıtını düşünedur, ben sana bu ilkenin diğerlerinin arasına ve sıralamada en sona aslında nende ve hangi olağandışı bir öngörüyle konduğunu söyleyeyim. Söyleyeyim fakat bilesin, bu anlatacağımın, bize anlatılanlarla hiç ilgisi olmadığı gibi sistemi koruyan en değerli ilke olduğunu şimdiden müjdelerim. Hatta dur biraz daha ileri gideyim ve bir başka müjde vereyim: İşte bu ilkedir ki bizi ‘ay’ tutar ve bir ‘karşı devrimden’ söz edemeyeceğimizi belirler. Bu ilkedir ki, bizi şu anda ülkemizi sarmış yürüyen bağnazlığa, ilke karşıtlığına karşı serinkanlı kılar ve onların sadece bir ‘parazitten’ ibaret olduğunu haber verir. Bu ilke, Kemalist fikrin en biçimli ve ölçülü yeridir ve bizi her yazımızın sonunda ‘devrim zamanıdır’ çağrısına yöneltir. Şimdi bu ilkeyle anlayacağımız, zinhar demagoji ile ilkelere nasıl sahip olmamız gerektiği değil, basit ve ışıl ışıl bir matematikle, nasıl bütün bu yobazları ve güya iktidarı bir bağırsak kurduna çevirebileceğimizdir. Dahası, çevirmemiz gerekmez, zaten öyledir. Mesele, buna aymak ve davranmaktır.

-Asıl soruma dönecek olursak. Paraziti anlatıyordunuz…
-Bundan epey yıl önce, bir parazitolog tanıdığım, benden şöyle sıkı bir “parazit tanımı” yapmamı istemişti. Kolları sıvayıp işe başladım. O aklı selim tanıdığıma göre, kitaplardaki parazit anlatımında yetersizlikler vardı ve parazit denildiği zaman akla hemen “küçük canlı varlıklar” geliyordu. Bunlar sevilmiyor ve derhâl kurtulunmaya çalışılıyordu. Uzun süren çalışma sonunda, adamcağızın “yetersizlik” kaygısı olduğu gibi ortaya çıktı. Parazit konusu, öyle hafife alınır bir durum değildi ve işin en ilginç yanı, bütün parazitler, hiçbir istisna olmaksızın aynı matematiğe sahipti. Üstelik, parazit diye karşımıza çıkmaya başlayan “varlıklar” illâ küçük ve hatta canlı ve hatta somut olmak zorunda değildi. Daha da kötüsü mü desem ilginci mi bilemiyorum ama bir parazitten söz etmek için mutlaka öncelikle bir “sistem” olması gerekiyordu. Bak şimdi sistem dedim, aklım yine “ilke”lere döndü.
Aç Yusufcuğum dostum kitapları, bak. İlkeler sıralanmıştır. Hepsi için yığınla anlatım vardır. Ne kadar doğrudur, değildir bilmem, ama hepsinin hacmi, “devrimcilik” ilkesinden çok daha fazladır. Geçenlerde Prof. Dr. Falanca yeni bir kitap yayınladı. Son örnektir diye söz ediyorum, farkı yok. Bütün ilkeler için en az ellişer sayfa, devrimcilik için toplam on sayfa. Vallâhi aç bak. Ötesine geç hatta. Cumhuriyetçiliğin, Devletçiliğin, Halkçılığın, Laikliğin, Milliyetçiliğin anlamlarını yorumlamıyorlar mı? Günümüz şartlarına göre, efendim artık bunu şunu değiştirelim, yerine, yok sosyal devletçilik diyelim, yok şöyle ifade edelim demiyorlar mı? Pekiyi Devrimcilik için konuşan var mı?
Onun için konuşmaya hakkı olanlar, sadece dövüşenlerdir. Ben şimdi burada, o ilkeyi yeniden şekillendirmeye çalışmıyorum, ne olduğunu anlatmaya uğraş veriyorum. Ne olmadığı ise, herkesin ezberinde. Şimdi demek ki benim uğraşım, ejderhaları anlatmak değildir. Onlarla savaşmak için neye sahip olduğumuzu göstermektir.

-Parazit diyorduk…

-Parazit, herhangi bir sisteme tutunarak, o sistemin soğurduğu enerjiyi, sadece kendi amaçları için yönlendiren ve sistemin varolmasına asla engel olmayan her türlü unsurdur.
Dahası var... Hiçbir sistem, parazitlere karşı bağışık değildir. Eğer sistem varsa, mutlaka parazitlenebilir ve parazitlenmiş bir sistem, asla kendi kurgusunun yani amacının yerine gelmesini sağlayamaz. Parazit ne derse, onu yapar. Uzun lafın kısası, parazitlenmiş bir sistem, kendi amaçları adına kocaman bir çöptür.
Dahası da var...
Parazitlenmiş bir sistemi, sistem enerji soğurduğu sürece parazitten kurtarmanın matematik olarak bir yolu yoktur. Yani bırakın pratiği, teorik olarak bile bu mümkün değildir. Tek yol, enerjiyi kesmek, başka bir deyişle, sistemi “öldürmektir”.
Sonunda ulaştığımız ve çok da geçerli olan tanım buydu.

-Yani bağırsaklarımız parazitlendiği zaman, ondan kurtulmak için ölmek mi gerekiyor?
-Değil tabii. Bir kere ölmesi ya da en azından ölü numarası yapması gereken organizmanız değil, sindirim sisteminiz. İkincisi, evet aynen öyledir ve aksi hâlde, parazitten kurtulmak zordur. Bağırsaklarındaki parazit, ne sana, ne de sindirim sistemine zarar vermeye çalışmaz. Oraya tutunarak, kendi isteklerini dikte eder ve bağırsakların onun dediğini yaptığı için, organizmandaki sistem ardışımı aksar ve hastalanır, hatta ölürsün. Fakat bil ki, hiç kimse doğrudan parazit yüzünden ölmez.

-Ne oluyor bağırsakları kurtlar bastığı zaman?
-Beslenme bozukluğuna bağlı bir sürü hastalık. Bağırsakların zarar görmüyor. Görecek olsa, parazitin başı ağrır. Sadece sistem ardışımında üstüne düşen görevi yerine getiremiyor. Hekimler de kurtlarını dökesin diye ilâçlar veriyor. Tıp dünyasının en büyük sorunu, oldum olası parazitlerdir dostum, ha keza Kemalist sistemin de.

-Nasıl?
-Dur anlatacağım, fakat önce paraziti iyi bir anlamamız gerekiyor. Şimdi bak, organları birinden alıp diğerine koyabilen, hatta organ haraları yapıp ısmarlama dokular üretebilecek kadar cüretkâr olan tıbbın aşil tendonu, bizim yamru yumru, ufacık parazitlerdir. Parazitlere karşı girişimlerin hemen tamamı, aslında o kadar da masum olmayan davranışlardır ve sistemler var oldukça bu böyle sürecektir. Bak, bağırsaklarımızdaki veya cildimizdeki parazitler için yakın zamana kadar kullanılan ilâçlar, gerçekte, uygulanan sistemi kısa süreliğine dahi olsa “öldüren” ilâçlardı. Sistemin öldüğünü gören parazitler, ortamı terk ediyordu. Nitekim belki bilirsin, sistemi terk ettiklerinde hâlâ canlı olurlar. Öte yandan tıp dünyasının asıl baş belası olan parazit sınıfı, virüslerdir. Tıp çalışanları, virüs dışındaki bütün mikroorganizmalara karşı iyiden bir cins saygı duyarlar, ama söz konusu olan virüsler olduğunda durum değişir.

-Neden değişir peki?
-Çoğu biyolog, virüsleri “canlı” sınıflandırması içinde görmek istememiştir. Virüslere canlı demek, kısa yoldan anlatmaktır. Ne ki virüsler, canlı olmak için atanmış dört sabit dengeye göre hareket etmez. Çoğalma, beslenme ve üreme anlatımları tamamen farklıdır, ama vardırlar ve özellikle son birkaç on yıldır, insanın başına ciddî çoraplar örmüşlerdir. Virüsler, parazit tanımımıza o kadar “cuk” diye oturur ki, sorma gitsin. Düşünsene, tıbbın en baş belâsı uğraş (daha doğrusu, savaş) alanlarından birisini virüsler işgal etmektedir ve bu uğraş için harcanagiden para, en sıra dışı insanın bile dudaklarını uçuklatır. Bilinen virüslerin tamamı, patojen, yani hastalık yapıcı olarak kabul edilmektedir. Sadece insan organizmasını karşısına aldığını düşündüğümüz zaman, türden türe, suştan suşa virüslerin, çok değişik etkileri olmakla birlikte, bunlardan ilginç bir tanesi olan HIV (Human Immunodefficiency Virus -İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü-) ve saz arkadaşları (suşları), parazit başlığımızın altında parlayacak kadar güzel davranışlar sergiler.
Bir parazit olarak HIV, tıpkı diğerleri gibi, amaçlarına ulaşmak için, soğurduğu enerjiyi kendisi için kullanabileceği bir sistem arar. Amaç, sistemin enerjisini kendi replikasyonu (kopyalanması) için kullanmaktır. Nitekim, bulduğu sistem, kendisine adını verecek olan, insanın bağışıklık sistemindeki hücrelerdir. Başka bir kısım hücreye de tutunabilmesine karşın, bu bağışıklık sistemi hücreleri (CD4), parazit anlatımımız için çok özel olacaktır.
Düşünsenize, işi gücü vücuda giren ve sistemin ihtiyacı olmayan unsurları bulup, onlara karşı tavır takınmak olan ve çocuklarımıza, “vücudumuzun askerleri” diye öğrettiğimiz bu hücreler, kendi içlerinde bir yabancıyla karşılaşıyor ve bu yabancının enerjilerini soğurmasına seyirci oluyor. Acı içinde ve ne yapacağını şaşırmış olarak, antikor üretiyor. Bu, karnında şeytan beslediğine inanan hamile bir kadının, çocuğu öldürmek için bulutlara ateş etmesine benzer.
AIDS adıyla korkadurduğumuz hastalığa neden olmasına karşın, kimse, doğrudan HIV yüzünden ölmez. Zaten AIDS, HIV’in yol açtığı bir durum değildir.

-Nasıl?-Dinle bak. Çok epiktir devamı.
Uzunca bir süre sonrasında, CD4 hücreleri, HIV’in kopyalarını kendi duvarlarında oluşurken görünce, o anlamlı ve mantıklı kararı verir: APOZTAZ. Yani, bam. Yani sistem gitti, parazit gitti mantığı. Yani intihar. Gördün mü, küçük ama sorumluluk sahibi bir hücre bile parazit matematiğinin farkında. İyi de, her yeni üretilen CD4 hücresi, HIV saldırısı sonucu aynı işi yapmaya başlayınca, ortada vücudu savunacak sistem kalmaz ve normal durumda bağışık ya da barışık olduğumuz “fırsatçı” enfeksiyonlara gün doğar. Bunlar gelişir, büyür, baş edilemez hâl alır ve bu gidişin sonuna AIDS denir.
HIV, AIDS davasında, “suçum yok” diye yemin etse, korkarım başı bile ağrımaz ağrımasına da, benim HIV enfeksiyonu gibi bir konuda ettiğim bu “teşbihsel” lakırdı kendi başıma ne yapar bilmem. Hoş karşıla lütfen.

-Bunun tersi olma ihtimali yok mudur hiç?
-Apoztazın gururlu ve koruyucu tavrı doğadan gelen bir özdür. İnsanlar kendi yarattıkları sistemlerde oluşan pek çok paraziti bile evcilleştirmişlerdir. Yahu olur mu deme. Basbayağı olur. Al sana dershaneler. Eğitim “sistemine” tutunmuş ve onun soğurduğu enerjiyi kullanan bu oluşumlardan kurtulmak için iki, hatta bir tek iyi yol söyle, önden iki dişimi kırayım. Böyle bir yol yok. Eğitim sistemini “iyileştirmek” mümkün değildir. Parazitlenmiş sistemler iyileşmez. Parazitin istediğini yapar. Dershaneler, eğitim sisteminin bu hâlde olmasını, kalmasını istiyor. Daha çok sınav istiyor. Eğitim, gerçek amacı olan yerleşik düzen insanı üretme işinden vazgeçip, dershaneler için sınava adam üretiyor. Pekiyi nasıl kurtulunur dershanelerden? İki yıl kimse okula gitmez, hiçbir sınav yapılmazsa, dershane işletmecileri yatırımlarını çeker, gidip market açarlar. Buna imkân var mı? Yok. O zaman dershaneleri sistemin varlığı içinde düşünüp evcilleştirelim olsun bitsin.

-Bu durumda her sistemin parazitlenmesi doğal bir sonuç mu oluyor?- Evet. Radyolarımızdaki parazit de adını boşuna almamıştır. Bir vericiden çıkıp sizin radyonuza erişen bir yayın varsa, bu sistem üzerine çöreklenip size cızırtı dinletmek isteyecek bir parazit de elbet vardır. Yapılması gereken, bir anlığına bile olsa, sistemi durdurmaktır. Kullandığınız dil içinde, cümleler birer sistemdir. Anlamlı bir mesajı paketleyip iletirler.
“Ali bugün geldi.” Cümlesi bir sistemdir. Bir sürü iş yapabilir. Kim bugün geldi, Ali bugün ne yaptı, Ali bugün geldi mi? gibi pek çok anlama gebedir. Hâlbuki tutup bu cümleyi “çünkü” kelimesiyle parazitlerseniz, sadece bu parazitin istediği işi yapar. Gerisi gayri boştur. Cümle artık sadece bir “gerekçe” endeksine sahiptir ve başka bir işe yaramadığı gibi tek başına hiçbir anlam taşımaz. Deneyin isterseniz:
...çünkü Ali bugün geldi.

-Eee?-Eeesi anlamsız, ama evcil işte. Parazitlerin, şu ana kadar sözünü etmediğim çok özel ortak bir noktaları daha vardır. Kancayı taktıkları ve enerjisini yönlendirdikleri sistemi tanımaya çalışır ve onun geliştirebileceği her türlü önleme karşı, bir cins “hızlı öğrenme ile” davranış belirler. Açıkçası, mutasyona uğrar ve iyice baş edilemez olur. Her parazit, eski konağından yenisine doğru nesiller verirken, birkaç adım daha güçlenmiş ve kararlı bir hâle gelir. Parazitlerin bu davranışı, evrim değildir. Basbayağı, öğrenme ile zoraki değişimdir. Buna, “direnç geliştirme” denir.

-Bütün bunların; Kemalizm’le, günümüzün tartışmalarıyla, rejim üzerindeki tehlikelerle, devrimle, ilkelerle, karşı devrim yokluğuyla ne ilgisi var?-Devrimin başarısı, ilkeleriyle birlikte gelen yeni sistemin kabul ve icrasında, kitlenin gönüllülüğü ve yeni nesille eskisinin ilişkisini kesebilmesiyle ölçülebiliyorsa, Mustafa Kemal’in devrimi başarılıdır ve yeni sistemi koymuştur. Üstelik bunda o kadar başarılı olmuştur ki, ürettiği değerler, temel yapılar, sistemin asıl enerjisini oluşturmuş ve sistem bu enerjiyle ayakta durmuştur. Şimdi sen, bu sisteme benim biraz önce anlattıklarımı ekle.

-Yani sistem varsa, parazit de vardır ve parazit sistemin enerjisini kullanarak kendi istediğini yaptırmaya çalışır. Öyle mi?-Tastamam öyle. Gerici, dine dayalı düşünce ve hatta varsay ki bu düşüncenin çoğunluk hâline gelmesi bile bu sistemin varlığında sadece bir parazittir ve gördüğün üzere sadece gerçek, Kemalist fikrin varlığında kendisini var edebilmektedir. Eğer bir karşı devrim falan olsaydı, bu kadar uzun sürmezdi. Bak İran’a görürsün. Böyle söyleyerek, yobazları ve yaptıklarını, güçlerini küçümsemiyorum. Aksine çok ciddiye alıyorum çünkü yine temel matematiğe dayanarak diyorum ki gidişe müdahale etmezsek, bu mükemmel sistem, apostaza yönelir ve sonrasında dış enfeksiyonlar işi bitirir.

-Aslında o zaman korkacak bir durum yok. Karşı devrim olmadığına ve şimdiki gerici istilâ size göre bir sonuç elde edemeyecekse, sorun yok demektir. Bunu mu söylüyorsunuz? -Tersine sorun vardır. Apostazın sonucu son derece tehlikeli ve kahredicidir. Böyle olmasını isteyen ve bu coğrafyadaki ihtiyaçlarını uzun süredir saklamayan güçlerin varmaya çalıştığı nokta budur. Uzunca zamandır korktuğumuz bölünme işte o zaman gerçekleşir. Parazitler gerçek değerleri bilmedikleri ve tutamadıkları için sitemi bölünmeye karşı koruyamaz. Örneğin şimdiki iktidarın böyle bir yeteneği, niyetlerini bilmem ama matematik olarak yoktur.
Ülkeyi çatır çatır satanlar parazittir lâkin elbette satın alanların beklediği bu apostaz ve çöküştür. Parazitler hiçbir zaman ana sistemin çöküşünün kendi sonları olacağını bilemez. Vahimdir.

- Ezberlediğimiz ve hatalı anladığımız devrim ilkesine ne oldu?-Bravo. Kemalist fikir, son ama en önemli ilkesiyle kurduğu sistemi korumaya gayet eder: Devrimcilik. Hatalı anladığımız şey, devrimle, eskisini kaldırıp, bambaşka bir sistem kuracağımızdır. Öyle değildir. Devrimcilik ilkesi, kendisini kapatıp, açmayı öğretir. Parazitten kurtulmanın yolu, sistemi kapatmaksa, ilkeye göre bu yapılır ve temizlikten sonra tekrar açılır. Kemalist düşünce, kendisini yenilemeyi, temizlemeyi ve dik tutmayı, bu ilkesiyle öğretir. Aksi durumda, bölünme gerçekleşir. Çöküş kaçınılmazdır. Korkulmasın, karşı devrim yoktur lâkin apostaz daha zor şartlar yaratacaktır. Görüyorsun, türban davranışı ve buna karşı durmayan, daha doğrusu devrimci olamayan temel sistem varlığı, değerine direnecek fakat bölünme kaçınılmaz olacaktır.

-Nasıl olacak devrim o zaman?-Yeniden Mustafa Kemal’e dönüp dinleyelim. Söyleşinin başında sonra hatırlatırım dediğim bir yer vardı.

-Saltanatın İlgası…-Evet. Kısaca özetleyeyim, saltanat kaldırılsın mı kaldırılmasın mı diye tartışan encümeni bir süre izleyip, sonra önündeki sıranın üstüne çıkarak, “Efendiler, saltanat ve hakimiyet, hiç kimseye, hiç kimse tarafından, ilim icabıdır diye, müzakere ve münakaşa ile verilmez. Hakimiyet, kuvvetle ve zorla alınır. Söz konusu olan millete hakimiyeti bırakacak mıyız meselesi değildir. Bu zaten olmuştur ve bunu ifade etmeniz gerekmektedir. Bu, kesinlikle olacaktır. Böyle yapmanız uygundur, değilse olması gereken gibi olacaktır, fakat, o zaman, ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.” Etkileyici ve gerçekçi. Sonra ne oldu biliyorsun. Devrimci ruh budur.

-Peki şimdi devrimi kim yapacak?-İşte bu beklenen ve yanıtı olması gereken sorudur. Yanıt açıktır. Yıllardır karşımızda durmaktadır. Mustafa Kemal, devrimcilik ilkesini Gençliğe Söylev’inde açıkça dile getirmiştir. Dahili ve harici bedbahtlar. Her türlü ahval ve kudreti taşıyan asil kan. Asil kanla söylediği elbette ırk değildi. Akıl ve sisteme inananların kavga yeteneği, değerleri bir arada tutabilme ve gerekirse daha ileriye gidebilme heyecanıydı. Tıpkı saltanatın ilgasında söylediği gibi. Bu söyleşimizin ilk cümlesine atıfla, devrimi, konuşanlar, yani dövüşenler, yani medya yapacaktır. Naçizane fikrimdir, zevâl göreceği endişesindeyimdir.

-Medya böyle bir devrimi nasıl yapar? Hem de böyle bir medya?
Onu da sonra konuşuruz, fakat kısa zamanda konuşalım, çünkü zaman daralmıştır. Öte yandan, artık kabul et dostum, “devrim şart olmuştur”. İlelebet payidar kalmak ancak böyle mümkündür. “Masallar” demiş bir düşünür zamanında, “çocuklara ejderhaların var olduğunu öğretmez. Çocuklar ejderhaejderhaların öldürülebileceğini öğretir.” ların var olduğunu zaten bilir. Masallar çocuklara, ejderhaların öldürülebileceğini öğretir.."

Söyleşi: Yusuf Yavuz- yusuf¬¬_yavuz2004@yahoo.com

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the Smartphone, I hope you enjoy. The address is http://smartphone-brasil.blogspot.com. A hug.

Popüler Yayınlar